28 Aralık 2010 Salı

Gaziantep Anıları - 1


Gaziantep Halkı Şehrineve Tarihine Sahip Çıkmış!

Nasıl çıkmasın ki sevgili okur?

Bu şehir halkı topları, tankları ve uçakları ile gelen bir Fransız Tümeni ve Ermeni Gönüllüalayına karşı, kendi çocuklarıyla 10 ay 8 gün dayandı, düşmanı Antep'e sokmadı. Antep baştan başa harap oldu, 12.000 nüfusun 63
17'si şehit oldu. Şehitlerimizi kanlı elbiseleri ile toprağa verdiler bir kısmının kemikleri 1935 yılında Şehreküstü Şehitler Anıtı'na götürüldü. (Bilgi: Savaş Müzesi)

Bir müze düşünün; duvarlarında olayların gelişim sürecini gün be gün
, olay be olay anlatan, tarihe bu denli ışık tutan, okurken insanın içine satır satır işleyen ve okudukça Kurtuluş Savaşı'na dair günlere, Mustafa Kemal'e ve silah arkadaşlarına duyulan minnetin, sevginin, özlemin dalga dalga büyüyerek sizi sarıp sarmaladığı bir mekan...

İşte burası Gaziantep'e gittiğinizde asla görmeden dönmemeniz gereken Gaziantep Savaş Müzesi.... Bir tarih cenneti.

Olaylar tarih sırasına ve gelişim sürecine göre sıralanmış duvarlarda yan yana. Arada çok özel hikayelere, anekdotlara yer verilmiş.


İşte beni en etkileyeni;

Meşhur Yusuf Ustanın oğlu Mustafa Yıldırımdemir anlatırken ağlıyoruı;
- "Ben 12 yaşında babamın tüfekçi dükkanında çıraktım. Bir adamcağız gelirdi yanımıza. Büyük bir hürmetle babam ayağa kalkar, yemeğini yedirir, harçlığını da verir, yolcu ederdi. Baba bu adam kim ki?" dedim.

- "Sen onun Antep harbinde yaptığını bilsen yanında hiç oturmazdın" dedi ve anlattı. Harp içinde bir gün bu adam
cağız geldi yanıma

- "Ağa dedi Allah için ben de dövüşeceğim ama tüfeğim yok. Satacak bir şeyim de kalmadı. bana bir tüfek ver".
- "Yok ki vereyim"." Ne yapmış bilir misin ?"

"7-8 yaşında bir kızı varmış onu giydirmiş, anasının elini öptürmüş, alıp Halep götürmüş. onu çocuğu olmayan bir Arap ailesine 5 altın liraya evlatlık vermiş. Bu parayla bir tüfek alıp doğruca sipere girmiş, şehit olmamış, harbin sonuna dek dövüşmüş.....

Anlattığım kadar var değil mi sevgili okur? Gaziantep halkı, şehr
ine de, geçmişine de sahip çıkıyor ve bunu kültürel bir zenginlik olarak göğsünü gere gere sergiliyor. Helal olsun!

Gaziantep aslına bakarsanız bir Müzeler kenti... Gaziantep Arkeolojik Müzesi, Medusa Arkeolojik Cam Eserler Müzesi, Emine Göğüş Mutfak Müzesi, Gaziantep Mevlevihanesi Vakıf Müzesi, Ga
ziantep Savunması ve Kahramanlık Panoraması Müzesi ve Hasan Süzer Etnografya Müzesi kentin turistik cazibesini daha da arttırıyor. Ayrıca henüz restorasyon ve bakım aşamasında olan Zeugma Mozaik Müzesi de yakın zamanda birbirinden değerli ve göz kamaştıran mozaikleri ile şehre yeni bir zenginlik katacak.

Gaziantep Savunması ve Kahramanlık Panoraması müzesi de genel kapsamı ile işgal günlerini ve tarihi yansıtsa da, buradaki esas olay birbirinden harika heykeller, kabartma tablolar, gezerken içeride size eşlik eden savaş sahneleri.. Aynı zamanda şehre yukarıdan bakan ve tüm şehri çevreleyen kale.

Antep halkının kendinden çok üstün düşman kuvvetleri karşısındaki direnişi bütün yurtta ve Ankara'da dikkatle izlenmiştir. Antep'in bu başarısının tarihe geçmesi için Meclis'te 6 Şubat 1921 günü Mareşal Fevzi Çakmak ve Bakanlar Kurulu Başkanı ve Milli Savunma Bakanı olarak bir kanun tasarısı hazırlamışlar. Tasarı oy birliği ile kabul edilmiş ve Antep'in ismi Gaziantep'e dönüşmüştür. Bu özel madalyaları da görebileceğiniz müze işte bu müze...

Arkeolojik Müze de ise Hitit, Asur, Roma, Bizans, Anadolu Selçuklu dönemi ve Osmanlı İmparatorluğu'na ait dönemlerden kalan ve çeşitli kazı çalışmaları sonucu ortaya çıkmış , o dönemlere ait eşyalar ile Birecik Barajı kurtarma çalışmaları sırasında Zeugma'dan çıkartılan eşsiz döşeme mozaikleri ve freskoları mevcut. Ancak tüm bu mozaikleri daha görkemli ve kapsamlı olarak Zeugma Mozaik Müzesi'nde sergilemek isteyen il yönetimi çalışmalara başlamış olduğundan bir kısım mozaikleri maalesef ki göremedik. Yakın bir zamanda açılacak olan Zeugma Mozaik Müzesi, aslına bakarsanız tekrardan Gaziantep'e gidebilmek adına bir fırsat bizim için.



















Gaziantep Kalesi'nin güneyinde bulunan Göğüş Konağı, tarihi dokunun içerisinde yer almaktadır. 1905 yılında yapıldığı bilinen konak, Kethüaczade Göğüş İbrahim Efendi Konağı olarak adlandırılmaktaydı. Gaziantep'in önemli şahsiyetlerinden biri olan, 13 yıl boyunca bakanlık ve milletvekilliği yapan Ali İhsan Göğüş tarafından 2005 yılında Gaziantep Büyükşehir Belediyesi'ne tahsis edilmiştir. 2007 yılında Gaziantep Büyükşehir Belediyesi tarafından restorasyonuna başlanan konağın, 2007 yılının sonunda restorasyonu tamamlanmıştır. Emine Göğüş Mutfak Müzesi olarak restorasyonu yapılan konağın, teşhir ve tanzim işi Şubat 2008'de ihale edilmiştir. Emine Göğüş Mutfak Müzesi olarak tanzim ve teşhirine Mart ayının başında başlanmış ve çok kısa bir sürede, 120 gün içerisinde tamamlanarak hizmete girmiştir.


Türkiye'nin ilk ve tek Mutfak Müzesi olan mekanda Gaziantep'e özgü yemek ve sofra kültürleri ile, Gaziantep Mutfağı'na ilişkin belge ve bilgiler panolarda sergilenmek sureti ile tanıtılmakta. Ayrıca yöreye özgü kullanılan mutfak malzemeleri, tencereler, yemek kapları, siniler,kap ve kacaklar sergilenmekte. Müze içerisindeki eşyaların çok büyük bir çoğunluğu "Göğüş" ailesine ait. Bu anlamda da insanın doğduğu, büyüdüğü yerlere yatırım yapması, şehri geliştirecek, güzelleştirecek çalışmalarda bulunması gerçekten çok önemli.



Buram buram tarih kokan müzeler kenti Gaziantep'i hepinize tavsiye ediyoruz.

Haftaya "El sanatları ile yaşayan şehir Gaziantep" anılarında buluşabilmek ümidiyle.....

23 Aralık 2010 Perşembe

Miller Bahane Gaziantep Şahane!

Miles& Smiles kartımızdan silinip boş yere yanacak olan miller bahane, Gaziantep ŞAHANE!!!!

Kışın ortasında bu ne gezisi diye sormayın! Ne demiştik, biz gezmeyi, yemeyi, içmeyi, paylaşmayı seven bir aileyiz.
İşte bu yüzden de boş yere yanıp heba olacak milleri kullanarak geçtiğimiz hafta sonu karı koca Gaziantep'e gittik. Gittik, gördük, gezdik, çatlayana dek yedik (bu satırı benim diyetisyen umarım okumaz!!) sıra paylaşmaya geldi.

Sanırım önümüzdeki 5 hafta sizlere Gaziantep'i anlatacağım yok yok daha çok yaşatacağım, emin olun. 2 güne sığdırdığım 400 kare resim ile bunu yapacağım, söz veriyorum, umarım sıkılmazsınız.

Konuları kendi içinde başlıklara ayırdım uçakta gelirken. Aynen Karadeniz gezisi yazım gibi okuyun, görün, sanki gitmiş gibi hissedin istiyorum. Ancak ne yaparsam yapayım o nefis kebapların, baklavaların, ciğerlerin, katmerin, kahkeli kurabiyelerin tadını yansıtamam bu satırlardan. En iyisi mi siz fırsat bulduğunuz ilk anda rotanızı Gaziantep'e çevirin ve ne anlatmak istediğimi yaşayarak bizzat kendiniz gözlemleyin.

Şehirleri şehir yapan sadece halkı değil, geçmişi, tarihi kadar o yöre için çalışan, kalkınmasını destekleyen bunun için çalışan, halktan gelen halkın seçtiği siyaset adamlarıdır aynı zamanda.

Gaziantep Belediye Başkanı Sn. Asım Güzelbey bu anlamda dört dörtlük bir başkan. Yaptıklarıyla, çalışmaları ile şehre ruh vermiş, anlam katmış, güzelleştirmiş. Keşke Türkiye'nin her ili, ilçesi Sn. Asım Güzelbey gibi çalışsa, şehrine ve halkına sahip çıksa...

Önümüzdeki hafta Gaziantep halkı şehrine ve tarihine sahip çıkmış başlığı altında müzeleri, gezilecek yerleri, mekanları anlatacağım, meraklısına duyurulur!!

Buradan sonra ben değil resimlerim konuşsun diyor, sizi Gaziantep denince akla ilk gelenlerle başbaşa bırakıyorum.












10 Aralık 2010 Cuma

ASLAN KRAL MÜZİKALİ - YÜCEHAN ve ECE-

Çocuğun her istediğini yapmak doğru mu? Kişiye, ebeveyne, aile yapısına, eğitime, ihtiyaca ve maddi olanaklara göre değişen, çok geniş kapsamlı bir soru bu aslında.

İmkanlarımız doğrultusunda Ece'nin yapmak, denemek istediği her türlü kültürel ve sosyal etkinliği denedik; daha doğrusu O denedi, biz taşıdık, ödedik, götürdük, getirdik. Resim, tahta boyama, keman, tenis, yüzme, buz pateni, drama, tiyatro.

Dedik ki bu kız bir gün böyle deneye deneye elbet istediğini, sevdiğini, bulacak. Haklı çıktık, buldu! TİYATRO....

Gerçi ülkemizde sanata, sanatçıya, esere ne kadar önem ve değer veriliyor ortada, ancak değil mi ki severek, isteyerek yapıyor, yaptığından keyif alıyor, varsın devam etsin gönlünce, istediğince....

Yaz başından beri Güzel Sanatlar Oyuncuları Grubu ile birlikte çalışan, eğitimleri ve dersleri takip eden Ece ve kuzeni Yücehan, en sonunda 5 Aralık Pazar günü ASLAN KRAL ÇOCUK MÜZİKALİ ile ilk sahne deneyimlerini başarıyla verdiler.

Yücehan başrolde, Simba rolünde. Ece ise Afrikalı Dansçı. Pazar günü aile kahvaltısında ikisi de heyecanlıydı, nasıl olacak, beğenilecek mi, kimler gelecek, salon dolacak mı, kim hata yapacak, roller ve replikler unutulacak mı vs?


Öğleden sonra provaya gittiler. Bu sefer beni bir heyecan aldı. Gösterinin başlama saatinde maaile, elimizde fotoğraf makineleri ve tebrik çiçeklerimiz ile oradaydık. Salon karardı, önce bugüne dek nasıl hazırlandıklarını gösteren kısa bir film seyrettik ve sonra PERDE!

İlk üç beş dakika seslerinin titrediğini hissettim kulaklarımda tüm çocukların. Sonra ilk sahne bitip de ışıklar sönünce herkesin desteği ve yürekten alkışı ile enerji depolayan çocuklar, ikinci perdede gerçek birer tiyatrocu kesildiler ve başarıyla tamamladılar oyunu.

Aslan Kral Simba ( hani yeğenimiz diye söylemiyorum), yanlış anlaşılmasın ama gerçekten çok yakışıklıydı ve rolüne çok hakimdi:

Dansçı kızımız ise hayatında gülmediği kadar gülen bir yüze sahipti sahnede dans ederken. Kostüm, makyaj nasıl da yakışmıştı güzel kızıma. İnsanın gerçekten sevdiğini yapması bu olsa gerek diye düşündüm, umarım yanılmıyorumdur.



Böylesi güzel bir temsilde görev alan ve belki de bundan sonraki yaşamını burada öğrendikleri tecrübeler, eğitimler, prensipler ile sürdürecek olan sevgili kızım Ece'ye ve yeğenim Yücahan'a bundan sonraki temsillerde ve tüm hayatlarında sonsuz başarılar diliyor, çocuklarımıza bu imkanı sunan, eğiten ve bu güne getiren Güzel Sanatlar Oyuncuları Teknik Kadrosu'na da teşekkürlerimi iletiyorum.

19 Aralık'ta Bakırköy Cem Karaca Kültür Merkezi'nde 13:00 ve 15:00'te oynanacak oyunlar için Biletix'ten bilet alabilir, tüm Aslan Kral Ekibini gönülden destekleyebilirsiniz.

30 Kasım 2010 Salı

YAŞASIN HAFTASONU ETKİNLİKLERİ

Cumartesi, Pazar günleri normal insanlar için tatil günüdür ama bu bizim aile için asla söz konusu değildir. Ne yapar ne eder bizim için, çocuklar için mutlaka farklı bir etkinlik buluruz biz. Sonra da dinlenemeden yeni bir haftaya başlar, pazartesi sendromunu da bu yorgunluk arasında unutur gideriz.

Havaların soğumasıyla birlikte insanlar rotalarını açık havadan, deniz kenarından, ormandan mikropların ortalıkta cirit attığı AVM'lere çevirdiler. Alışveriş merkezi karşıtı değilim; tam tersi yoğun çalışan bir insan olarak tüm ihtiyacımı AVM  çatısı altında bulunan mekanlarda gidermek çoğu zaman vakitsel anlamda bana büyük kolaylık sağlasa da, haftasonları bu çatı altında yaşanan insan yoğunluğu, park sorunu, anlamsız koşuşturma beni hem geriyor, hem de çok yoruyor.

İşte bu yüzden de mecburiyetler dışında uzak kalmayı yeğliyoruz AVM'lerden özellikle haftasonları. Alternatifler yaratarak çocukların ilgisini farklı ve keyifli alanlara yayarak hem onları hem de kendimizi eğlendiriyoruz.

Hamarat Diva Atölyesi de bu anlamda yeni keşiflerimizden biri. Hem çocuklara hem de büyüklere yönelik haftasonu etkinlikleri ile üretiyor, paylaşıyor ve de çok güzel vakit geçiriyoruz.

Geçtiğimiz hafta sonu Hamarat Diva'nın çocuklar için olan atölye çalışmasına katıldı Zeynep ve peluş oyuncak yaptı. Renk renk, çeşit çeşit boyanın, yapıştırıcının, simin, kumaşın, kurdelenin, düğmenin dayanılmaz varlığı ve iç güdüsel tasarım arzusu birleşerek, ortaya nefis bir ördek kukla çıktı Zeynep'in elinden.

                                   
 Her bir malzemenin eklenmesi ile birlikte " fotoğraflayalım lütfen" diyerek anı ve çalışmayı ölümsüzleştirmek istemesi beni çok şaşırttı, zira günlük yaşamda fotoğraf çekiminden pek hoşlanmayan bir çocuktur bizim Zeynep.

Sonuç olarak ortaya aşağıda gördüğünüz gibi son derece kokoş, pembe rujlu, mavi simli gözlü, renkli kolyeli bir ördek kukla çıktı. Kukla ile birlikte yapılan ördek dansı ise gerçekten izlenmeye değerdi.


Zeynep'e ellerine sağlık derken bize bu imkanı sağlayan Hamarat Diva'nın yaratıcısı sevgili arkadaşım Enhar Koç'a da ayrıca teşekkür ediyorum.

Hem çocuklara hem de büyüklere yönelik çok çeşitli alternatif atölyelerin bulunduğu Aralık ayı programını incelemenizi tavsiye ederim.

24 Kasım 2010 Çarşamba

Turistik Ailenin Turistik Besinleri

İyi yemek yemeği sevmek ve istemek kadar iyi yemek pişirmek de önemli bir özellik bana göre; yoksa gerçekte nasıl anlayacaksınız o yemeğin iyi yemek olduğunu, öyle değil mi?


İyi yemek pişirmek için ise gerçekten iyi, doğru ve sağlıklı malzemelere ihtiyaç var. Bir de sanırım tecrübeye.


Anneannemim zeytinyağlı dolmasını ve aşuresini hiçbirşeylere değişmezdim geçtiğimiz yıllarda. Tek başına kalmasıyla elinin ayarı yavaş yavaş bozuldu, üzerine bir de yaşlılık eklenince, iyi zeytinyağlı dolma ve kıvamlı aşure yapabilme yetisi anneme geçti. Bendeniz ise bu konuda maalesef ki hala bir çırak.


Yöresel yemeklerde ise doğma büyüme İstanbullu olan Mardin gelini kayınvalidemi tek geçerim. Mardin'li hanımların bile yapamadığı lezzette içli köfte, kaburga dolması, bademli etli iç pilav,senbusek yapar benim kayınvalidem.


İyi malzeme kadar el ve göz ayarı da ayrıca önemlidir yemek pişirme konusunda.


Bayramlar, özel ve güzel yemeklerin pişirildiği, uzun uzun sofraların kurulduğu, tüm ailenin neşe ve mutluluk içerisinde bir arada olduğu özel zamanlardır. Bu özel zamanlara yakışan özel yemekler ise pişirilmesi sırasında çok zahmetli olsa da, yenilirken inanılmaz lezzetli olur.


Bu bayramın bizim için özel yemeklerinden ikisini paylaşmak istiyorum sizinle. Biri ana yemek, diğeri tatlı... Yazarken bile hala ağzım sulanıyor, okurken sizi bilemem. Çok isterse canınız bir alo deyin, kaldı ise paylaşalım:)) 


Dana etli firik pilavı. . Kimine göre Antakya yöresinden kimine göre Gaziantep yöresinden bu lezzet. Aslı olgunlaşmak üzere olan tahıl.


R.H.Karaya'a göre ise daha yeşilken koparılıp kurutulmuş buğday taneleridir, pilavında bir taze çimen ve ilkbahar kokusu vardır. Yalan da değil hani. Farklı rahiyası ile damakta müthiş bir tat bırakıyor, iste pişmiş gibi.






Kayınpederimin dediğine göre firik pilavı pişirmek maharet istermiş; zira konulan su, suyun takibi, firiklerin yeterince tadınca yumuşayarak pişmesi gerçekten tecrübe ve maharet gerektiriyor. Bir çeşit bulgur pilavı gibi gözükse de  tadı olağanüstü. Üstelik malzemeler özenle hazırlanmış. (www.egesebzeleri.com yani ipek hanımın çiftliğinden yeni mahsul ürünler iftiharla sunulur.)


Tatlımız ise, aile topraklarımızdan, Mardin'den. Mevsimin üzümlerinden özenle hazırlanmış cevizli sucuklar. Ticari amaçla yapılmadığı o kadar belli ki, cevizler iri iri, gerçek anlamda özel sipariş yani. Bir başladın mı yemeğe durmak bilmiyorsun. Kalori bahane, lezzet şahane!


Turistik ailenin yiyecekleri de turistik olur diyor, bizi takip eden dostların memleketlerine özel ürün ve malzemeleri bizimle paylaşmalarını bekliyoruz.

4 Kasım 2010 Perşembe

29.TÜYAP KİTAP FUARI

Sadece gezmek, görmek, yemek, içmek değil işimiz, öğrenmek ve öğretmek de aynı zamanda hem kendimize, hem çocuklarımıza, hem de bizi izleyen siz sevgili dostlara....

İşte bu sebeple de, Cumhuriyet Bayramı tatilini fırsat bilerek attık kendimizi yollara, güzel hava, sıkışık trafik demedik istikameti Beylikdüzü'ne, kitabın merkezine, 29.Tüyap Kitap Fuarı'na çevirdik.




Tüyap denince akla nedense benim için ilk önce Kitap Fuarı geliyor. Dile kolay, tam 29 yıldır süregelen bir nevi gelenek gibi, bu kitap fuarı. Belki de bir özlem, bir nostalji kitapseverler için. Zaten öyle olmasa, Beyoğlu'ndan kalkıp gittiği Beylikdüzü'nde de aynı ilgi ve sevgiyle karşılanmazdı herhalde bunca yıl.

Bana kitabı sevdiren annem ve bu fuardı, özellikle Galatasaray Lisesi'nde okuduğum yıllarda. Okul sonrası bir gün değil neredeyse fuar boyunca gider arada bir uğrayıp çıkardım ne var ne yok diye.

Kitap okumayı seviyorum. Okuyanı teşvik ediyor, daha da çok okunması için öncelikle kendim örnek oluyorum evde çocuklarımıza.

Zeynep, kendisi okuyamadığı için henüz, her gece bana iki kitap okutarak uykuya dalıyor, kitapların, dergilerin resimlerine bakıp kendince yorumlar yapıyor.



Ece ise, kitabı değil, bilgisayarı seviyor ve maalesef ki kitabı sadece ders ve öğretmen zorlaması ile okuyor, not derdi çerçevesinde.



29. Tüyap Kitap Fuarı, 30 Ekim - 07 Kasım tarihleri arasında Beylikdüzü Tüyap Fuar Alanı'nda tüm kitapseverlerle birarada olabilmeyi bekliyor.

Kitap Fuarı'nın yanı sıra birbirinden ilginç ve güzel sanat eserlerinin de sergilendiği Tüyap Sanat Fuarı'nı da görmeden geçmeyin deriz.

Zeynep'in heyecanı yüzünden sadece çok az bir bölümünü gezebildiğimiz Sanat Fuarı'nda Jale Karsan, Sibel Akkaya Karsan ve Filiz Karsan'ın seramik eserlerinden oluşmuş koleksiyon gerçekten çok özel ve de çok güzeldi. Bir tanesini seçin alın deseler, oturup günlerce kafa yorar acaba hangisini alsam diye sürekli gel gitler yaşardım kendi içimde. İnanılmaz bir el emeği, muhteşem bir göz nuru vardı her bir eserde, hayran kaldım.

Sanat Fuarı sonrası girdiğimiz ilk hol SBS ve LYS hazırlık yayınlarının sergilendiği ve satıldığı hol olunca, doğal olarak Ece, biraz daha uzaklaştı kitap olayından!! "Bula bula bu salonu mu buldun başlamak için?" cümlesi o anki ruh halinin en açık göstergesiydi bana göre:))

Bilerek girmediğimiz bu holden kendimizi hemen çocuk kitapları bölümüne attık. O andan itibaren ise sevinçten deliye dönüp stanttan standa koşan ve gezdiği her stanttan kitap almak isteyen Zeynep'i zor zaptettik o kalabalık içinde.

Laf aramızda birbirinden renkli ve güzel çocuk kitaplarını görünce ben de dayanamadım ve istediği bütün kitapları aldım Zeynep'e. Önümüzdeki günlerde okuyacak pek çok yeni kitabımız var.



Biz turistik aile olarak kış mevsiminin gelmesi ile birlikte kendimizi alışveriş merkezlerine atacağımıza tercihimizi kültürel faaliyetlerden yana kullanıyor, tiyatro, sinema, müze, sergi gibi etkinlikler ile keyifli hafta sonları yaşıyoruz. Size de tavsiye ediyoruz.:))

20 Ekim 2010 Çarşamba

32.KITALARARASI İSTANBUL AVRASYA MARATONU

Maraton, atletizmde uzun mesafeli (42.195 m), sert tabanlı yollarda yapılan mukavemet koşusudur. Adı eski Yunanistan'daki Marathon Savaşı'ndan gelir. İlk kez 1896'da düzenlenen Atina olimpiyat oyunları'ndakoşuldu, 1924 yılında 42.195 m olması benimsendi. Uluslararası amatör atletizm federasyonu 1992 yılından itibaren 21.100 m'de yarı maraton dünya şampiyonası düzenlemeye başladı.

Maraton parkurları aynı nitelikte olmadığı için
dünya rekoru kaydı tutulmaz, sadece en iyi derece vardır. Türkiye'de maraton, ilk kez 1937'de resmi yarışmalarda yer aldı. 1970'lerde bayanlar da resmen yarışmalarda yer almaya başladı. Uluslararası popüler yarışma olarak Boston maratonu, Türkiye'de ise 1979'dan beri yapılmakta olan Asya-Avrupa (Avrasya) maratonu gösterilebilir.

Halk Koşusu: Maratonlar, aynı zamanda, halkın da katıldığı koşulardır.En başarılı atletler, yüzlerce veya binlerce amatör koşucunun yanında yarışırlar.Önemli ve göze çarpan yarışlar, her sene
Londra'da, New York'ta, Paris'te, Tokyo'da ve Boston'da yapılır.

1979´dan bugüne Avrasya Maratonu ( http://www.istanbulmarathon.org/Tarihce.aspx)

Atletizm heyecanının ve bir umudun sonucu olarak ortaya çıkmıştı Avrasya Maratonu... Tarihi ve coğrafyası ile eşsiz bir şehir olan İstanbul´da yapılacak bir maratona ilk ve tek olmak yakışırdı. Tüm maddi sıkıntı ve imkansızlıklara rağmen atletizme gönül vermiş birkaç genç Avrasya´nın tarihe geçecek temellerini atmışlardı.

1978 yılında, ertesi yıl bir grup Alman turistin İstanbul´u ziyaret edeceği haberi gelmişti. Bu turistlerin özelliği, gittikleri ülkelerde maraton koşuyor olmalarıydı. Son olarak Mısır´da Nil Maratonu´nu koşan bu turistlerin ziyareti, Avrasya Maratonu fikrinin hayata geçirilmesini hızlandırdı. Dönemin elit Türk atletleri de davet edilerek, organizasyona resmiyet kazandırıldı.

Parkur ve trafikle ilgili pürüzler de halledilerek, gerekli tüm hazırlıklar tamamlanmıştı. Aralarında 74 kişilik turist kafilesinde bulunan 34 kişinin de yer aldığı maratoncular, Boğaziçi Köprüsü´nün 700 metre gerisinde toplanarak start için hazır olmuşlardı.

Avrasya Maratonu´nu mümkün kılan Boğaziçi Köprüsü, ilk kez o gün yerli ve yabancı maratoncuların adımlarına şahit oldu. Tarihte ilk kez iki kıta arasında bir yarış koşulmuştu. Herkes için son derece büyük anlam taşıyan bu an, Türk atletizmine damgasını vuracak büyük bir organizasyonun başlangıcıydı.

1979 yılında yapılan bu ilk Avrasya Maratonu´nun galibi 2:35:39´luk derecesiyle Zonguldaklı atlet Hasan Saylan olmuştu.

1979´dan bu yana aralıksız düzenlenen Avrasya Maratonu´nun en önemli özelliklerinden biri, ilk organizasyonunda olduğu gibi, bu gün de "Sevgiye, dostluğa ve barışa" koşulmasıdır...

Her geçen yıl artan ilgiye rağmen  ne yazık ki organizasyon bu sene de düzen ve güvenlik anlamında çok zayıftı.

Geçen sene bir intihar vakası damgasını vurmuştu maratona, bu sene ise salınım.

17 Ağustos depremini yaşamadık biz, burada değildik ama bu da en az onun kadar korkutucu ve panikleticiydi.

Aslında çok daha düzenli, çok daha örgütlü ve çok daha planlı olabilirdi Avrasya Maratonu. Ancak ne var ki  bunun için öncelikle halkın bilinç düzeyinin artması ve de genel güvenlik önlemlerinin gerçekten çok sıkı bir şekilde uygulanması gerekir diye düşünüyorum.

En basitinden bilmem kaç zaman boyunca İstanbul'un pek çok noktasında açılan kayıt masalarında bizzat kaydını yaptırmayan kişi, göğüs numarası olmayan kişi parkura sokulmamalı, bunun önlemi bir şekilde alınmalı.

Dünya çapında ses getirecek böylesi bir imkana sahip iken, bundan yeterince faydalanamamak, bunu bir fırsat olarak değerlendirememek, yurtdışındaki  benzerlerinden yararlanamamak beni gerçekten üzüyor bir vatandaş olarak.

Geçen sene büyük bir keyifle tamamladık parkuru Pembe Güç Derneği üyesi arkadaşlarımızla. Kafamızda parlak pembe peruklarımızla hem derneğimizi tanıtmak hem de farkındalık ayında tüm toplum için "meme kanseri" konusunda bir bilinç yaratmak istedik.Fotağraflarımızla, ropörtajlarımızla yazılı ve görsel medyada yer aldık, kendimizi ifade etme şansı yakaladık.

Koşu öncesi son hazırlıklar


31.Kıtalararası İstanbul Avrasya Maratonu Ekim 2009
Sadece biz değil her kesimden insan, topluluk, dernek, vakıf ta bu amaç için oradaydı. İnsanların böylesi önemli ve özel organizasyonlar ile seslerini duyurabilmeleri, dikkatleri çekmeleri demokrasi adına yaşanması gerekli bir süreç bence.

Ayrıca böylesi bir manzara da inanın bana kaçmaz. Her gün üzerinden arabayla geçmenin yanında adım adım yürüyerek, istediğin noktada durup kare kare fotoğraf çekebilmenin özgürlüğünü bir kez bile olsa tatmak gerek diye düşünüyorum.

Bu sene yine hazırlandık. Günler öncesinden kayıtlarımızı yaptırdık, göğüs numaralarımızı aldık. Pembe bonus peruklarımız, pembe yağmurluklarımız ve düdüklerimizle daha başlamadan pek çok kişinin dikkatini çektik,katılımcılarla fotoğraflar çektirdik. 

Ekibin kalan kısmını beklerken

32. Kıtalararası İstanbul Avrasya Maratonu Halk Koşusu 2010


Amacımız yine  içinde bulunduğumuz farkındalık ayında kadınları "meme kanseri" konusunda bilgilendirmek, dikkatlerini çekmekti. Ancak köprü girişinde hissetmeye başladığımız ve giderek artan salınım yüzünden pek çoğumuz parkuru tamamlayamadan geri döndük. (Bu arada parkuru tamamlayan cesur arkadaşlarımızı da tebrik ediyorum:) 

Seneye çok daha organize bir maratonda, çok daha ses getirici bir projede birlikte yol alabilmek ümidiyle....

13 Ekim 2010 Çarşamba

MARDİN

Turistik ailemizin yolu Nisan ayı sonunda  Mardine düştü, tabii yine dostlarla...
İnsanları bir baska, dogasi bir baska, ovası bir baska, gecesi, yıldızları, etin lezzeti bambaşka bu şehirde, eş durumundan sonradan olma Mardin'li sıfatı ile gezdik, durduk üç gün, iki gece doya doya...

Mardin'i anlatırken, dostluğun, kardeşliğin, hoşgörünün, misafirperverliğin başkenti desem, hiç abartmış olmam, emin olun.

Mardin , 12.000 yıllık tarihi birikimi ile Subari, Sümer, Babil, Akad, Mitani , Asur, Pers, Roma, Bizans, Emevi, Abbasi, Hamdani, Selçuklu, Artuklu, Karakoyunlular, Akkoyunlular,ve Osmanlı'lar gibi birçok eski uygarlıklara ev sahipliği yapmış, farklı kültürleri, dinleri ve dilleri içinde harmanlamış, yoğurmuş dünyanın sayılı "SİT" şehirlerindendir.

Tarih boyunca birçok eski uygarlıklara beşiklik yapmış bu gizemli şehir, aynı zamanda doğal güzellikleri, eşşiz tarihi zenginlikleri ve önemli kültürel varlıkları ile mutlaka gidip görmeniz gerekenler listesinde bana kalırsa birinci sırada yer almalı.

Nerden başlayacağımı bilemiyorum. En iyisi mi resimlerle detaylı bir sunuş yapıp, sizin de ağzınızı sulandırıp, aklınızı karıştırayım da, bu vesile ile memleketime yerli turist çekeyim, faydam olsun!

Mardin herşeyden önce kardeşliğin, sevginin, hoşgörünün ve anlayışın şehri demiştik ya hani; işte bu resimde bunu en açık kanıtı! Çok yakın bir mesafede bir cami ve bir kilise. Birinden ezan sesleri yükselirken diğerinden çan seslerini duyabiliyorsunuz aynı zamanda!


Göz alabildiğine uzanan yemyeşil Mezopotamya ovası bazen güneş ışıklarının da etkisiyle sanki masmavi bir denizmiş gibi görünüyor gözünüze. Ovadaki evlerin çatısız olması ve insanların özellikle yaz gecelerinde damlara serdikleri yataklarda uyumaları bölgenin en önemli özelliklerinden biri! Kayınpederimin çocukluğundan kalma pek çok hikayesi var bu konuda. Gece yıldızlar altında serin serin damda uyurken birdenbire damdan düşüp acı ile kıvranan, kolunu, bacağını kıran çok olurmuş oralarda. 


Akdeniz  iklimi özelliklerini yaşayan Mardin'de özellikle yaz aylarında gündüzleri inanılmaz sıcak olduğundan evlerden çıkılmazken, akşamları nispeten hafifleyen hava ile birlikte şehirin ve Mezopotamya manzarasına karşı damlarda içilen çayın keyfi de, lezzeti de bir başka. Gündüzleri uçsuz bucaksız ovayı seyrederken, akşamları ışıklandırılmış şehri ve Mardin Kalesi'ni seyretmek de, şehirde yaşanması gerekli güzelliklerden biri.

Erdoba Konakları Terası'ndan Mardin Kalesi
Gece Mardin Kalesi ve çay keyfi
Gezilecek, görülecek, fotoğraflanacak o kadar detay var ki bu şehirde.. İnsanın başı dönüyor tüm bu güzellikler karşısında. Ve inanın bir kerelik ziyaret asla yetmiyor, hele bizim ki gibi 3 gün ile sınırlı bir zamanınız varsa, iyice şaşkına dönüyorsunuz.

Oya gibi işlenmiş taşlar, bu taşlardan yapılmış binalar kapılar her yerde karşınıza çıkıyor. Toprak altından ilk çıktığında son derece yumuşak olan ve bu yüzden işlenmesi kolay gibi görünen taş, zaman içinde oksijenle temas ettikçe sertleşiyor. Dolayısı ile elinizin hızlı olması yanında gerçekten bir ustalık da gerektiriyor bu iş. Gerçek bir sanat ve sanatçı var yani ortada.

Mor Gabriyel Manastırı'nda muhteşem bir kapı ve taş işçiliği örneği

Gezilecek görülecek yerler arasında Kasımiye Medresesini, Ulu Camiyi, Mor Gabriyel Manastırını ve Dayrü'zzafaran Manastırını, Dara Harabelerini, Midyat'ı ve Hasankeyf'i özellikle öneriyorum.

Gezdikçe ve gördükçe şehre ve insanlara sinmiş "hoşgörü"nün dayanılmaz sıcaklığını siz de içiniz hissedeceksiniz. (http://www.mardin.gov.tr/images/resim/harita2.jpg)

Bunlar arasında özellikle Hasankeyf'e dikkatinizi çekmek istiyorum.

Hasankeyf, Batman-Midyat karayolu üzerinde yer aldığından önemli bir geçiş noktasında yer almaktadır. 35 km uzaklıktaki Batman’dan ulaşmak mümkün olduğu gibi, bir başka tarih hazinesi olan Mardin’den Midyat’a, oradan da Hasankeyf’e ulaşılabilmektedir. Hasankeyf’in Mardin’e uzaklığı 120, Midyat’a uzaklığı ise 50 km.dir.

Dicle’nin kıyısında, zamanında medreseler, rasathane, darüşşifa ve diğer eğitim kurumlarıyla bölgenin ilim ve kültür merkezi olan Hasankeyf, ulaşım yolları ve ticaret merkezlerinin yer değiştirmesiyle günümüzde önemini yitirmiştir.


İlçe, sahip olduğu zengin tarihsel yapılar nedeniyle 1981 yılında bütünüyle sit alanı ilan edilerek koruma altına alınmıştır. GAP projesi kapsamında bulunan Ilısu Barajı nedeniyle bu tarihsel yapılar bütünüyle sular altında kalacaktır. Bu durum bir ülkenin kendi öz benliğine, tarihsel ve kültürel zenginliğine verdiği değerdir. Hasankeyf sular altında kalmamalı, bu zenginlik, bu tarih, bu doğa bir şekilde korunmalı.


 
Sıla dizisinin çekildiği Devlet Konuk Evi meraklıların işgali altında. Yöre çocukları da kapı önünde Sıla Tokası satıyorlardı.

Dizilere, dizikoliklere,  fanatiklere kızmakla birlikte bir şehri ya da bir mekanı tanıtan en iyi reklam aracının da yine diziler olduğunu üzülerek itiraf etmek durumundayım. Mardin'de var olan onca güzellik arasında insanların Sıla'nın çekildiği Midyat Devlet Konuk Evi ve çevresini ve yine Midyat'ta "Bir Bulut Olsam" dizisinin çekildiği mekanı gezmek için gösterdikleri çaba anlaşılır gibi değil! Biz içeri girmeden dışarıdan fotoğraf çekmeyi tercih ettik.

Tarihi mekanların neredeyse tamamında Artukluların ve Osmanlı İmparatorluğu'nun izlerini bulabilirsiniz. Şehrin geçmişini, belgeleri ve dönemin objeleri ile görebileceğiz yer hiç şüphe yok ki Mardin Müzesidir. Bununla birlikte VAK-SA vakfının destekleriyle kurulan  "SAKIP SABANCI MARDİN KENT MÜZESİ VE DİLEK SABANCI SANAT GALERİSİ" de son dönemde şehre ayrı bir tarihi zenginlik sağlamıştır.

Gezilecek görülecek yerler ne kadar fazla ise, tadına bakılması zorunlu yöresel yemekler de o kadar fazla. İşte bu yüzden de buralara kadar gelmişken diyet diye ısrar etmenin hiçbir anlamı yok. Yerel yemekler ile donatılmış bu sofrada inanın bana mideniz de gözünüz de bayram ediyor!

Sembusek bir çeşit kıymalı pide, işkembe dolması nefis ötesi, içli köfte deseniz ha keza parmaklarınızı yersiniz, ekşili dolma muazzam lezzetli ama maalesef ki kaburga dolmaya bu seferlik yer kalmadı! Mevsimine göre cevizli sucuk ile harire tatlısını da atlamamak lazım.

Bir şehri şehir yapan oradaki tarihsel ve kültürel zenginlikler yanında o yörenin insanlarıdır aynı zamanda. Bizler  Büyükşehir'de kapı komşumuzu bile tanımazken, Mardin'liler evlerinin önünden geçerken şaşkın şaşkın etrafa bakan, elinde fotoğraf makinesi ile her köşeyi çeken insanları bile çekinmeden evlerine alıp ağırlıyorlar. Bir şey sorduğunuzda, bir yer, bir adres, tüm işlerini güçlerini bırakıp sizi kendi elleri ile oraya götürüyorlar ve bunu yaparken asla gocunmuyorlar, tam tersine sizi mutlu ettikleri için seviniyorlar.

Çarşı pazar gezerken gırtlağınıza basan, sizi takip eden, sıkıştıran, almaya zorlayan yok. Tam tersine bir dükkana girdiniz mi, hele bir de ayağınız uğurlu geldi mi, sizi nereye oturtacaklarını bilemezler, her daim dostları ilan ederler.

Ama yine de benden size bir kaç ufak öneri. Mardin'den eşe dosta, kendinize ne alınır?
  •  Mardin'e özgü  zarf  gümüş veya altın telkari takılar, tesbihler, kutular (Özellikle Midyat ve çevresinden)
  • Mardin'e özgü yöresel müzik olan Reyhani müziğine ait kaset veya cd,
  • Bıtım ağacının meyvesinden yapılan katkısız bıtım sabunu,
  • Aktarda çeşit çeşit baharat ve şifalı otlar
  • Kök boya kullanılarak eski taş ve ahşap baskı kalıplarıyla basılmış yazmalar,
  • Puşi adı verilen erkek başlığı, hepri adı altında bilinen Suriye'den gelen ipek eşarplar,
  • Bakır objeler,
  • Mırra cezve ve kulpları
  • Özel badem şekeri (1914 'ten beri nesilden nesile geçen Davut Selim Helva ve Kuruyemişçilik dükkanını mutlaka görün, gördüklerinizin tadına bakın!!)
  • Tuzlu leblebi
  • Peksimet, cevizli sucuk


Memletimiz Mardin doğası, tarihi, kültürel zenginliği, yemekleri, kendine özgü el sanatları ve misafirperver yöre halkı ile sizleri ağırlamaktan mutluluk duyar. Gelin, görün, gezin, yiyin, için ve bizi anın.